Wednesday 10 January 2018

30. Korku aşka erir

Bütün sınavlarımız, korkularımızı bırakabilmemiz için varlar. Korku, Yaratan'a teslimiyetin tam zıttı. Tanrı'ya teslimiyet, Tanrısal oluşumuzu bilişimiz ve oluşumuz demektir. Gökhan, Cemil, Seda, Ali, Ahmet, Arzu gibi geçici isimlerimiz değil; anne, baba, çocuk, eş, dost, düşman gibi geçici rollerimiz değil; öğretmen, öğrenci, doktor, müzisyen, mühendis, ressam gibi geçici uğraşlarımız değil; Musevi, Budist, Müslüman, Hristiyan gibi geçici inançlarımız değil; Fransız, Alman, Japon, Türk, hatta Dünyalı ve Galaktik gibi sınırlı köklerimiz değil; güzel, çirkin, zeki, zengin, fakir, güçlü, zayıf gibi geçici görünüşlerimiz hiç değil. Ruhun sonsuzluğunu düşündüğümüzde bunların hepsinin geçiciliğini görmek daha kolay.
Tanrı'ya teslimiyet, Öz'e teslimiyet, Kutsal Ben'e teslimiyettir; küçük zihinini de içine alan büyük kendine teslim olmaktır. Korku ise teslim olamayış; geçici olduğunu göremediğin, ben ve benim dediğin sıfatlarını ve tanımlarını bırakamayışındır. O geçici kimlikleri tehdit eden her durum, korkunu bırakabilmen ve Kutsal Ben'e teslim olabilmen için var. Kutsal Ben'e teslimiyet aşka erimektir. Korku ise aşkın lav nehirinde erimeye direnen süper sert bir element kayadır. Aşkı reddeder. Hayır bu aşk ben değilim der adeta...
O hala Yaratan'dan ayrı düştüğünün rüyasındadır çünkü. Ama bir deneyim bir deneyim ardına, bir sınav bir sınav ardına aşka erir korku.
Aşka erir korku.

Sınavlarla dolu bir Aralık ve sınavlarla dolu bir Ocak ayı geçirdim, geçirmekteyim. Şükürler olsun. Belli bir teslimiyet kabiliyetine vardığınızda artık sınav kelimesi ürkütücülüğünü yitiriyor. Canlı canlı ölmüş bir insan artık sınavlardan korkmaz; kalan sınavım var mı diye arar, bulur, ona doğru koşar.
6 ay önce içime doğan en coşkulu, en aşk dolu isteği sorgulamadan harekete geçtiğimde ve sınavıma doğru koşmaya başladığımda, benim durumum böyleydi.
Facebook üzerinde 3 hafta yayında kalan bir etkinlik sayfası oluşturmuştum. 

Adı: "13'ün Kutsal Yolculuğu".

12 kişiyi benimle birlikte Peru'ya, 21 gün sürecek, bizi ölmeden öldürecek bir yolculuğa davet ettim. Ayahuasca Anne ve Wachuma Dede ile çalışacak, kutsal vadiden Aramu Maru boyut kapısına, Titicaca'nın kalbi Amantani adasına, beden-akıl ve ruhumuzu limitlerine kadar zorlayacaktık.
Bu aldığım sorumluluğun boyutları bazı kimselere aklımı yitirmiş olabileceğimi düşündürdü. Benim için endişelenen sevenlerim oldu. (Yuuka hariç... O başka türlü bir Aşık...)

Etkinlik sayfasına kayıt olan yaklaşık 40 kişi arasından adil bir seçim yöntemiyle 12 kişi belirlendi. Fiziksel bedenlerini, akıllarını ve ruhlarını hazırlayabilmek için et, süt, tuz, soğan, sarımsak, baharat, yağ, unlu ürünler, domates ve daha pek çok şeyin olmadığı bir diyeti 2-3 ay kadar ciddiyetle uyguladılar; vakit buldukça yoga ve meditasyon yaptılar. Kapalı Fb gurubu üzerinde birbirlerini cesaretlendirecek yazılar, videolar paylaştılar. Aramızdaki bağ günden güne güçlendi. Uçak biletleri alındı.  Gelebilmek için kimi işinden izin aldı. Eşlerine ve çocuklarına gerekli açıklamaları yaptılar. 
Seziyorlardı... Geri döndüklerinde hiç bir şey aynı kalmayacaktı. Çünkü içinden 21 günlüğüne çıkacakları kimlik ve ilintili yaşam tarzlarını aslında sonsuza dek değiştirmeye kalpten karar almışlardı.
Peki gerçekten bunu başarabilecekler miydi? Yoksa Peru'ya geldiklerinde yıkmaya karar verdikleri egoları son bir korkuyla son bir kavrayış mı yapacaktı? 
Peki ya ben? Bu sorumluluğu omuzlarıyla taşımaya çalışan insan mı olacaktım, yoksa kalbiyle taşıyan ruh mu kalacaktım?

Başlangıçta planlar yaptım. Bu yolculuğun onlar için mükemmel olmasını istemiştim. İnsani çaba ve sorumluluğu omuzlarımda duyarak yarı bilinçsiz planlamışım. Korktum. 
Aynı zamanda bildim ki, bu olanlar ilahi planın tezahürü. 13 insanın bütünün hayrına çıktığı kutsal bir yolculuğun sayısız rehber ruhu ve koruyucusu vardır.
Yine de korktum. Ama korkum adımlarımı yavaşlatmadı. Ruhumun teslimiyet kası gelişmiş. Sınavıma doğru koştum, koştukça hızlandım, hızlandıkça ışıdım, başımdan ayaklarıma infilak ederken sınavımın boyut kapısından parçacıklarıma ayrılarak geçtim. Sınavımın içinde, Peru'da uyandım, sabah 5'ti. Kaldığım otelin çatısına çıkıp, karanlık sabahı kucakladım. 
Kollarımı göğe açarak seslendim:

"Yaradanım sana sığınıyorum, sana teslim oluyorum, benimle dilediğini yap lütfen."

 O sabah Merkür geriliyordu. Bu gerileme, zihinsel planların yıkılacağının ve akışa teslim olmanın bizi şifa kapısına götüreceğinin açık ve seçik işaretiydi.
Yolculuğumuzun son günü ise merkür gerilemesi sona erecekti.
Ne mükemmel bir zamanlamaydı, şükürler olsun.
Süper dolunay ile başlayacaktık, 12.12 kapısından ve Ayahuasca ölümünden geçecek, 21 aralık gündönümünde Amantani adasında 13 kristal gömecektik ve yeni Ay'da yeni hayatımıza doğru yürüyüp, Türkiye'ye dönecektik.

Kollarım öyle göğe doğru açık kaldı. Rüzgarı dinledim. 
Tonny Night Eagle'ın sözlerini hatırladım:

"Strong winds for the Strong Wings"
"Güçlü kanatlar için güçlü rüzgarlar..."

Yakın bir zaman önce de şöyle demişti:
"Süzülmek için kanatlarını özgür bırak. Akışı yönetmeye çalışma. Süzül."

O günün akşamında Türkiye'den gelen kardeşlerimi havaalanının dış hatlar gelişinde karşıladım. 

"Woow kalabalıkmışsınız", dedim.

Hepsine teker teker sarılıp hissettim. 

"Woow , gerçekmişsiniz siz", dedim.

Gerçekten gerçekmişler. Yani gerçekten gerçekten, gerçek...
Yaklaşık 3-4 aylık fb gurup arkadaşlığımız ve iletişimimiz, sanki bunların hepsi rüyaymış da o anda birden gerçek oluvermiş gibi geldi.

O gece çatı katında, gri yağmur bulutlarının altında ilk çemberimizi yaptık. Elele tutuşup oturduk. Birbirimizi ve evreni hissettik. Yaradana seslendik, dua ettik, niyetlerimizi bildirdik, rehberlerimizi davet ettik.
Derin bir mutluluk ve güven duydum o anda. 
Kalbim mutlulukla dolup taştı.
Bildim ki hayatta, o an için yapmayı en fazla istediğim bir şeyi yapmaktaydım.
Bu Tanrı'nın iradesiydi. Bu gerçekten rüyaydı; Tanrı'nın rüyasıydı. O an bilinçli olarak rüyanın içindeydim.

Yolculuğumuz başladı.
Daha ilk günden eski planlar yıkılmaya, yenileri doğmaya başladı.
BİR Çember, BİR Kabile, BİR Kalp olduk ve kanatlarımızı açıp hepberaber süzüldük.

Evren tüm şiddetiyle yapılmış tüm planları yerden yere vurdu. Karanlıkta yolsuz bırakıldık. Yoklukta da süzüldük. Önümüzde yeni yollar belirdi, yürüdük.
Mucizevi tanışmalar ile mucizevi yardımlar gördük.
Yolculuğumuzun ana hatları ve eylemleri aynı kaldı ama, bütün bu deneyimi nasıl yaşayacağımıza dair planlar, fikirler, endişeler, panikler, korkular parça parça edildi.
Her çember olup oturuşumuzda cesaretimiz büyüdü.
Sonra el ele ölüme yürüdük. Ayahuasca annenin sonsuz boyutlarında ne öldük, ne öldük, ne öldük. Sanki hiç bitmeyecek sandık. Ölecek o kadar çok şey varmış ki. Katmer katmer öldük. Ölecek bir şey kalmadığında katmer katmer doğduk, ışık olup patladık.
Ne mucizeler gördük, ne mucizeler olduk. Şükürler olsun.

Kabilemin her ferdiyle gurur duyuyorum. Önlerine konulmuş en büyük sınavı cesaretle karşıladılar.

Muhakkak herbirimizin kendine has bir bakış penceresi var. Tüm bu yaşananları kendi pencerelerinde görüp alabilecekleri her şeyi alıp, alamayacaklarını bıraktılar.
Bundan sonra zihinlerine kaybolmadıkları anlarda, kalplerindeki kutsal ışığı hatırlayacaklar. Hayat her an değişerek ve gelişerek akmaya devam edecek. Daha korkusuz bir yaşam sürecekler. Daha çok aşk duyacaklar.

Ayrıldıkları günün akşamında, aynı çatı katında kollarımı göğe açmış kabilemi yeni hayatlarına doğru uğurluyordum. Katmer katmer uyandım. Bu rüyanın bir başka rüyaya geçmeye hazırlandığı noktadaydım. İçimden geldi ve sesle kahkahalar attım. Tüm bedenlerim güldü. Yeni sınavımı ufukta gördüm.
Ona doğru infilak edip parçacıklarıma ayrılmak üzere uçtum.

...ve Türkiye’de yeni sınavımda gözlerimi açtım.
Ocak Ayı: 4 şehirde 6 Evrensel Kanallık ve şifa kursu, 3 ses ile şifa çemberi, 20 gün araç sürerek İstanbul, İzmir, Dalyan, Antalya, Ankara ve yine İstanbul. Ufukta bir yerde Göbekli Tepe... ve belki Oradan bir toplu meditasyon...ve kimbilir daha neler ...
Kızıma, Maya’ma okumak üzere hikaye kitapları aldım. Şubat’ın ilk günleri, bu sınav, bu Rüya Japonya’ya evrilir.
Aşkla














kısa bir video: 
Ehyey Asher Ehyey
Olan olduğu gibi olur
it is what it is
Tüm oluşlar Tanrının İradesidir.
Tanrının iradesi benim irademdir
Ehyey Asher Ehyey





---------------------------


Ocak ayında İstanbul, İzmir, Antalya ve Ankara'da vereceğim evrensel kanallık kursu ve ses şifa çemberleri hakkında bilgiyi aşağıdaki fb etkinlik linkine giderek bulabilirsiniz:


https://www.facebook.com/events/348057162321764/?ti=cl


Tuesday 2 January 2018

29. Uyanış çağı üzerine, bütün Mustafa'lara mesaj var.

Bugün blog günüymüş... Kalk yaz dediler, yazdım :)

---





İnsanların kimlikleri hapishaneleridir.

Yeni doğan bir bebeğin gözlerine baktığımızda orada tanımsızlık görürüz. Hiçlik. Kimliksizlik. Masumiyet. Kutsallık.
Her geçen gün bebek kendisine verilen yeni bilgilerle depolanır.
Yardıma ve sevilmeye muhtaç olduğunu öğrenir.
Ebeveynin ve atalarının bilinç seviyesi ne ise bebeğin de beslenebileceği bilgi türü odur. Sırayı bozan istisnayi bir durum yok ise bilgi atalardan torunlara doğru, çocuk-ebeveyn ilişki deneyimleriyle ve de genetik olarak aktarılır.
1 yaşına varmış bir çocuğun gözlerinde hala saflık ve tanımsızlığı yakalamak mümkün olabilir.
3 yaşında bir çocuğun gözlerinde Tanrısal parıltı hala mevcutsa da, annesinin ve babasının çocuğu kimliği de o kadar görünürdür.
Düşük frekansta bilgi, değer ve besinlerle beslenmiş 5 yaşında bir çocuğun gözleri artık kaybolmuş  olan insanı yansıtmaktadır. O kaybolmuşluğun etrafı kimlik bilgileriyle örülmeye başlanmıştır ve her geçen gün büyüyen bir saçmalık topuna dönüşecektir.

EGO:
Adı: Mustafa
Doğum yeri: XX
Doğum tarihi: xxxx
Dini: x
Ailede Kabul edilirliğ: %xx
Kendince toplumda kabul edilirliği -%yy
Kendince Fiziksel çekiciliği: xyzdsbc
Kas gücü:mdsdg
Akıl gücü: jgdaterfdbv
Şanslılığı: hjgsduydt
Yaş büyüdükçe:
Okul başarısı ya da başarısızlığı
Ilişkilerde başarı ya da başarısızlığı
Işte başarı ya da başarısızlığı
Bankadaki parası
Vs.

Mustafa, ismiyle birlikte, çocukluğu itibariyle etrafına toplanmış bütün dünyasallığının  bir yumağı haline gelmiştir.
Ego yün ise, Mustafa ondan kazak örüp giymiştir.
Ego nostalji sayfalarında kalmayı sevmez. O kendini hep yeniler. Çocukken yaşadığı fakirlik ve değersizliğin kazağını, çok çalışıp, çok didinip, zengin ve görünürde değer verilen bir iş adamı kazağına çevirmiş olabilir.
Çocukluğunda çok özendiği maket arabalardan kendisine milyon liralık kolleksiyon yapmış hatta yetmemiş maket araba müzesi açmış olabilir.
Gençliğinde özendiği ama ilişki kuramadığı genç ve güzel kadınlardan bir hizmetli ordusu kurmuş olabilir.
Gençliğinde kendine kim olduğu sorulsa, acıların çocuğuyum, diyebilirdi.
Şimdi sorulsa, işte efendim şu şu şu derneklerden şu ve ya bu başarılar nedeniyle ödül almış, şuranın ya da buranın başkanı, bişeysi, paralısı, kazaklısı, şöyle ve de böyle yakışıklı vs., diye sonu gelmez bir cümleyle kendini anlatmaya çalışabilir.
Kazak aynı kazak. Rengi değişmiş.
Mustafanın gözlerindeki masumiyetin üstü katmer katmer örtülmüş.
Kim olduğunu unutmuş. Kim olduğunu unuttuğunu da unutmuş. Kim olduğunu unuttuğunu unutuşunu da unutmuş… gözlerinde zerre derinlik kalmamış. Sesi sanki kendine ait değil. Kokusu da öyle.
Ağzından çıkan hiç bir söz özünü yansıtmıyor.
Mustafa bir fikirler balonu.
Kendine dışarıdan bakıldığında ne görülmesini istiyorsa ona inanıyor, ona programlı yaşıyor. Bu onun sahte kimliği. Bu onun egosu.
O son ana dek, sahte kimliğin devamlılığı ne gerektiriyorsa onu yaparak yaşayacak.
Aynı güçlü Mustafa karakterini sergilemeye devam edecek…
Aynı zengin, aynı yakışıklı, aynı zinde, aynı genç, aynı başarılı, aynı şöyle, aynı böyle…
Bu sahte kimliğin sürdürülebilirliği mümkün değil ki… Er geç yıkılacak Mustafa.
Bir insan, ömrünün tamamı boyunca her an aynı performansı sergileyemez ki…
Kaldı ki herşey onun performansına da bakmıyor.
Onun şans dediği faktör başka yönden esse Mustafa hemen yıkılacak.

O yıkılış anına dek Mustafa kendi kendinin hapsinde yaşayacak. Daha da doğrusu hapisin kendi olacak.

Dilinin ucuna geldiği halde birine seni seviyorum demeyecek mesela. Zayıflıkmış…
İçinden çok geldiği halde havuza bomba vuruşu atlamayacak… Erkeğe yakışmazmış…
Çocuklarıyla sokakta kahkaha atarak koşmazmış…
Bir kadının önünde ağlamazmış.


Ağlarsın Mustafa, öyle ağlarsın ki, tüm insanlığın önünde ağlarsın. Yeterki o kırılma noktası senin hayatına varmış olsun. Yeterki o sahte kimliğin bir zerzeleyle sarsılsın.
Ve kendi kendine bir sor: Ben kimim, diye.

Hayatının o dönemi geldiyse yıkıma direnme Mustafa. Zaten direnemezsin. Sen olmayan herşey yıkımda…
Sahte kimliğini merkez olarak kullanan kurulmuş bütün yapılar yıkılacak. Işin, evin, alien, ilişkilerin, paran, pulun, tipin, sağlığın…
Gözlerindeki kutsal parıltı yeniden gözükene dek yıkılacaksın Mustafa.
Bir insanın perspektifinden en iyi ihtimalle bu yıkım sen ölmeden durur.
Öyle olursa uyanmış insan olursun. Gözleri Tanrısal ışıkla parlayan, ağzından özünün sözleri dökülen, özün şarkısını söyleyen, kutsal insan olursun. Aman dikkat Mustafa. Sonra da bu yeni fikirlerin insanı olacaksın. Ruhani Mustafa olacaksın. Bütün sahte kimlikler gibi o da yıkılacak, parçalanacak ya.
O vakit kendini koşulları ve oluşlarıyla tanımlamayan, ışıl ışıl bir varlık olacaksın. Mustafa değil, insan bile değil…
Hapis yaşamında kendini mahrum ettiğin gönlünden geçen herşeyin peşine düşüceksin artık. Hiç giyinmediğin gibi renkli giyineceksin belki. Hiç gülmediğin kadar sesli ve ulu orta güleceksin belki. Kitap okumayı severmişsin meğer… Kendini kalabalığın ortasında dansederken gördüğünde şaşıracaksın. Çocuğun için çocuk tiyatrosunda eşşek kılığına girip anıracaksın. Eşine çiçekler alıp önünde diz çökeceksin. Yaradanla telefonda konuşur gibi kalbinden konuşacaksın. Hayatın daha ne mucizelere gebe.
Ama tekrar diyeyim, her yeni oluşumunu kimlik edip tutmaya çalışacaksın. Bu, İnsanın dünya sınavı.

Yok, bu yıkım ve yeniden kurum, yani ölmeden ölüm doğmadan doğum, bu hayatta tamamlanmazsa, fiziksel ölümün çok ağır, çok kederli olacak. Bunu seni korkutmak için değil hazırlamak için söylüyorum. Gözlerine bakan herkes pişmanlıklarını, keşkelerini görecek. Etrafında sana acıyan insanlar olacak. Öldükten sonra bile güçlü olduğunu kanıtlamaya çalışacaksın. Hani hayaletli evler olur ya… Öyle bişey…
Er ya da geç, bu hayat veya sonrasında, sahte kimliklerin yıkılacak.
Seç Mustafa. Zaman şimdi.
Bir daha dünyaya gelirsem şöyle de yaparım böyle de yaparım diye ağlaşma. Şimdi yap. Hiç bir zaman geç değil.
Diyebilirsin ki yaşım olmuş 50 ve ya 60. Ben böyle bir radikal değişim yaşamaktan korkuyorum. Onca yıllık arkadaşlar, eş dost, kariyer çevresi, hakkımda ne düşünür?

Hangisinin hakkındaki düşüncesi hayatta geri kalan vaktinden daha değerli?

Bırak ne düşünürlerse düşünsünler. Senin depreminden onlar da sallanır. Onların da sahte kimlikleri tehlikeye düşer, yıkıma girer. Bunun adı hakikate uyanış. Uyanışın çağında yaşıyoruz.



---
Hey!
Rocker kardeşim sen dinlediğin müzik ve giydiğin siyah tişört değilsin.
Işten eve, evden işe giden kardeşim, sen bu değilsin.
Kız kardeşim, okuduğun dergi, giydiğin ayakkabı değilsin.
Babasının oğlu, annesinin kızı değilsin…
Dostum, sen inandığın din, doğduğun ülke, cildinin rengi değilsin.

Sen kimsin?


Ben Kimim?


(İpucu: bu sorunun düşünerek verilecek her türlü cevabı yanılgıdır-Ego’dur)

28. Rengarenk kanatlar


Nasıl böyle pervasızca uçabiliyorsun?

Bu kanatlar bunun için verilmiş. Hepinizde renk cümbüşü kanatlar görüyorum.
Yolun yalnızca yürünerek aşılabileceğine inancınız o kadar sert ki, uçmak bir tarafa özgürce koşmak bile söz konusu değil kiminiz için.
Hem yol aşılacak bir yol hiç değil. Yol sonsuzluğun yolu.

Beni uçuran Aşk. Aşka sonsuz güvenim, Aşka teslimiyetim ve de tanımsızlığım.
Öyle olunca uçuş kendini uçuruyor,
Şarkı kendini söylüyor,
Çizgi kendini çiziyor,
Yazı kendini yazıyor,
Nefes kendini alıyor,
Aşk kendine aşık
Olan oluyor
Olan olsun
Olan oldu

Ehyey Asher Ehyey

Sonsuzluğun içinden bir dilim olan, bu yeni yılda kanatlarınızı açmanızı ve aklınızın hayal edebileceğinin de ötesine uçmanızı dilerim.

Aşk ile